ÇAKAL MI BABASINDAN BABASI MI ÇAKALDAN...
Hayatı ne kadar algılayalabildiğimiz, bazen çevremizdeki insanların esprilerimize verdiği reaksiyondan tutun da dostlarımızdan gelen sana ihtiyacım var telefonlarının sayısına kadar bize tonlarca ip ucu verir. Fakat biz görmeyiz.Çevremizdeki birkaç iyi insanla konuşurken fikirlerimizi onların onayına sunar, kendimizi doğrularız. Bunun için de fikirlerine ve hayat görüşüne saygı duyduğumuz insanlara ihtiyacımız vardır.
Beşeri ilişkiler bu düzende taaa ergenlikten başlamak kaydıyla -ki o zaman rol modellerimiz sahnede olur, onlara bakar, onlardan esinlenir, onların bazı huylarını kopya ederiz-devam eder durur.
Hayat külliyen bir devinimdir. Anne ve babanı redderek çıktığın kişilik bulma yolunda Annen veya Baban olarak yaşlanırsın.Tabii her zaman herkes de aynı olmaz.Benimki kendinden hareketle bir tespit sadece.
Peki ne olur da sonunda; Yılan kabuğundan çıkıp kabuğunu beğenmezken tüm bir ömrü boyunca kabuğunu ararken bulur kendini?
Ne olunca söylenmeniz aynı Annenize, insanları değerlendirmeniz aynı Babanıza benzer.
Belki genetik belki en sıkı rol modellerimiz olduğundan bilmiyorum.Ama Annemin Anneanneme benimde Anneme benzemeye başlamam beni endişelendirmiş olabilir bunu biliyorum. :)
Annenizi jenerasyon gereği ne kadar aşmış olsanız da ya da babanızı; dönüp çok kritik bir anda ona çok benzediğinizi fark etmek, hayatın bir büyüsü, bir intikamı olabilir mi?
bilmiyorum bu konuya bu gün takıldım.
Belkide Babam kendine dikkat etmediğinde, küçükken bana kızdığı gibi ona kızmış; Annem gibi çok kritik bir konuda ona akıl verirken kendimi yakalamış olabilirim.
Sosyal bir insanım iyi bir çevrem var.Arayanım soranım sana ihtiyacım var diyenim ve benim de ihtiyaç duyduğum bir sürü dostum var çok şükür;
Ne var ki bazen annemin cevaplarından kendimi alamıyorum.
Bu pencereden bakınca hayat aslında pek de serüven değil.Ne yaparsak yapalım aslında Anne ve Babalarımızın dip notlarında yaşıyoruz belkide...
Eee çakal babasında büyük olmazmış.
Misal bu da benim Annemin lafı...
Erken yatın :)
İyi geceler....
Translate
29 Haziran 2015 Pazartesi
23 Mart 2015 Pazartesi
Tebdili mekanda ferahlık vardır!...
Hızlıca yazmaya başlayacağım bu akşam öylece hiç bir imla kuralına dikkat etmeden.Hayat bazen can yakarken kurallara uymuyor nasılsa...
Her hangi bir edebi değeri de yok yazdıklarımın ne de olsa...burası benim aklımı fikrimi kustuğum yer değil mi nihayetinde.
Kusursuz da değilim...Nitekim bu akşam bodoslama dalıyorum kendimce...
Ne kadar sıkıldım bir bilseniz.Sentetik ilişkilerden yapay anne çiçekleri gibi güzel gözüken ama anlamsız bakışlardan.
Başka ruhların bataklığında eşeleniyor gibiyim.Ormanda bir gezinti olmalıydı oysa.
Hiçbir bulut arındırmazdı ruhsal kirlenmişliğimi diye düşünüyorum.
Hiç bir nehir ve hiç bir kutsal su.
İnsanların ayak basılmamış yanları vardır ya.Benim yok.Çiğnenmedik kuralım ihlal edilmedik hakkım kalmadı.O kadar çok hakkım kaldı ki; bana kalmadı.Tüm bunlara rağmen ödün vermiyorum hayat görüşümden .Evet...Enayi deneceğini bile bile...
Bir başkasının mutsuzluğundan hiç beslenmedim ben,
Hiç bir başarısızlıktan başarı çıkarmadım kendime.
Hiç uğraşmıyor, hiç çabalamıyorum.Öylece akışına bırakıyorum her şeye rağmen hayatı.
Bir taşa takılır mıyım, Sürüklenirken parçalanır mıyım diye düşünmeden gidiyorum kendi serüvenimde.
Çok zor ilkeleriyle birlikte yaşaması insanın.
Beni ben olmaktan çıkarmaya ne kadar da hevesliymiş her şey.
İyiyim ben, güzelim böyle...
Öyle insanlarım var ki ve malesef hala hayatımdalar.
Yazık ömrümüz bir birimize acımakla geçiyor.Ben onlar için üzülüyorum; onlar benim için.
Hala aynı pencereden, bana sırıtıyor...
Ben yürüyorum yolumda, düşüyorum bazen, takılıyorum bir taşa...
Bakıyorum da O hala sırıtıyor.
Ben Ona baktığım için yol alamıyorum; yavaşlıyorum bazen evet...
Ama o bana hala aynı pencereden bakıyor...
İkimizinde ömrü birbirine acıyarak geçiyor...
Bazen diyorum ki; keşke ya sen pencereni ya da ben yolumu değiştirsem...
Tebdili mekanda ferahlık vardır!...
Bu arada harika bir parça...
Her hangi bir edebi değeri de yok yazdıklarımın ne de olsa...burası benim aklımı fikrimi kustuğum yer değil mi nihayetinde.
Kusursuz da değilim...Nitekim bu akşam bodoslama dalıyorum kendimce...
Ne kadar sıkıldım bir bilseniz.Sentetik ilişkilerden yapay anne çiçekleri gibi güzel gözüken ama anlamsız bakışlardan.
Başka ruhların bataklığında eşeleniyor gibiyim.Ormanda bir gezinti olmalıydı oysa.
Hiçbir bulut arındırmazdı ruhsal kirlenmişliğimi diye düşünüyorum.
Hiç bir nehir ve hiç bir kutsal su.
İnsanların ayak basılmamış yanları vardır ya.Benim yok.Çiğnenmedik kuralım ihlal edilmedik hakkım kalmadı.O kadar çok hakkım kaldı ki; bana kalmadı.Tüm bunlara rağmen ödün vermiyorum hayat görüşümden .Evet...Enayi deneceğini bile bile...
Bir başkasının mutsuzluğundan hiç beslenmedim ben,
Hiç bir başarısızlıktan başarı çıkarmadım kendime.
Hiç uğraşmıyor, hiç çabalamıyorum.Öylece akışına bırakıyorum her şeye rağmen hayatı.
Bir taşa takılır mıyım, Sürüklenirken parçalanır mıyım diye düşünmeden gidiyorum kendi serüvenimde.
Çok zor ilkeleriyle birlikte yaşaması insanın.
Beni ben olmaktan çıkarmaya ne kadar da hevesliymiş her şey.
İyiyim ben, güzelim böyle...
Öyle insanlarım var ki ve malesef hala hayatımdalar.
Yazık ömrümüz bir birimize acımakla geçiyor.Ben onlar için üzülüyorum; onlar benim için.
Hala aynı pencereden, bana sırıtıyor...
Ben yürüyorum yolumda, düşüyorum bazen, takılıyorum bir taşa...
Bakıyorum da O hala sırıtıyor.
Ben Ona baktığım için yol alamıyorum; yavaşlıyorum bazen evet...
Ama o bana hala aynı pencereden bakıyor...
İkimizinde ömrü birbirine acıyarak geçiyor...
Bazen diyorum ki; keşke ya sen pencereni ya da ben yolumu değiştirsem...
Tebdili mekanda ferahlık vardır!...
Bu arada harika bir parça...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)