Adam: Bazen yalnız hissediyorum diyerek baktı.
Kadın: Bazen yalnız hissetmeyi istiyorum diyerek baktı.
Adam: Sana her zaman ihtiyacım var diyerek baktı.
Kadın: Bana her zaman ihtiyacın olduğunu bu kadar hissetmeye ihtiyacım yok.Benim ihtiyacım bunu ustalık içinde hissetdirmemen diyerek baktı.
Adam: Güçsüzlük insana özgüdür, bir cinsiyeti de yoktur diyerek baktı.
Kadın: Güçsüz hissetsen de çaktırma.Gizle. Seni öyle görmeyi istemiyorum diyerek baktı.
Adam: Ağlamak istiyorum diyerek baktı.
Kadın: Ağlarsan gülerim diyerek baktı.
Adam: Şu rollerden bir sıyrılsaydık da, ben seni bazen ağlayarak güldürseydim diye baktı.
Kadın: O kadar Egosuz olabilir miydin? diye sorgularca baktı.
Adam: Cinsime fazla Tanrısal anlamlar yüklenmemiş mi sence de diyerek baktı.
Kadın: Kadınlar önce Erkekleri tanrısallaştırıp sonra Onların cezalarına neden katlandıklarını düşünürken,
Adam: O etek fazla kısa değil mi? diyerek baktı.
Kadın: Kızma aşkım bir daha giymem diyerek baktı.
Hiç dile gelmedikleri için; Anlaşmayarak ayrılmadılar ve sonsuza dek mutsuz oldular....
Bize biçilmiş rolleri masallarda öğrenip,Rol model Teyzelerden ,Amcalardan beslenip, dizilerle renklendirip, süsleyip, çeşitlendirip; masalsı karakterler üretiyoruz.
Ürettiğimiz masalsı karakterler Hayatın gerçekliğinde Asprin gibi erirken, Yenilerini kopyaladığımız yapay karakterlerimizin arkasına saklanıp acı çekiyoruz.
Sizce de İnsan kendine acınası derecede acımasız davranmıyor mu?
Geleneksel doktrinlere hizmet eden bu çaba ve enerji gerçek kişiliklerimizi aydınlatsaydı;
İnsanlar Egosuz, Kadınlar Şiddetsiz, Ruhlar Özgür, Yaratıcılık Sınırsız, Duygular gerçek, Huzur galip olurdu...
Sevgiler...
Translate
29 Kasım 2013 Cuma
25 Kasım 2013 Pazartesi
Kadınlarımız, Soframızdaki yeri Öküzümüzden sonra gelen...
Nazım Hikmet,
“Kadınlarımız… Soframızdaki
yeri öküzümüzden sonra gelen.” demişti.
Hala kadınlarımızın değersiz oluşu bir tesadüf müdür?
Hala dayak yedikleri, öldürüldükleri, aile içi şiddet öykülerinde sahipsiz
, yalnız bırakıldıkları.
İş yerlerinde tacizlere uğradıkları…
En güvende hissettikleri yerde, evlerinde bile tecavüze
uğradıkları…
Biz nasıl bir toplumuz ki basit bir sokak kavgasında bile ilk iş karşımızdakinin
Annesine, bacısına söveriz.
Kavgaya gerek bile olmaz bazen. Öylesine bir sohbetin içinde bile
kadın cinsel organı erkeğin ağzında çürümüş bir sakız gibi dolanır. Sonra bu
adamların en iyileri, en entelektüelleri sanat konuşur, edebiyat konuşur. En inançlıları
ak kaşık gibi namazlara durur.
Kişi kendinden bilir işi misal, Bu tipler otobüslerde başkalarının kızlarına,
karılarına kabaran iştahlarını; evdeki kızlarını, kız kardeşlerini izole etmeye
çalışarak baskılar. Şiddet tam da bu hastalıklı noktada başlar.
Türkiye standartlarında biraz hoş görünen bir kadın mutlaka "Aranıyordur",bir kadın dayak yiyorsa ya "Rahat durmamıştır", ya "Çenesini
kapatmamıştır", ya da "Kaşınmıştır".
Falan…falan…falan…
Şiddet!...
Kadını erkeği başvurulmaması gereken; fakat Ataerkil oluşumuzdan mütevellit daha ziyade Erkeğin baş-vurduğu,
yumruk attığı, sigara söndürdüğü, yerlerde sürüklediği yöntem.
Son zamanlarda Türkiye’de Eğitimin ayrıştırılması tartışmaları
var. Bence de öyle olmalı.
Bu potansiyele sahip erkeklere felsefik olarak, var oluş biçimleri
en baştan anlatılmalı. Şeref, haysiyet, Namus gibi kavramların içi, aklı selim olarak
doldurulmalı.
Ataerkil yapıya da sahip olduğumuz için; bu perspektiften çok da
şeref sahibi bir toplum olduğumuzu düşünmüyorum.
Daha da söylencek çok şey var aslında da…
Erkeklerin okur yazarlığı da az. Burada kendimiz söyler kendimiz
ağlarız.
İyisimi dağılalım.
Ha... bu arada Nazım Hikmet' in meşhur dizesinde bahsi geçen Öküz kavramsal olarak
yukarıda değindiğimiz Erkek formu ve zihniyeti olabilir mi ? Yani ne biliyim Teşbihde hata olmaz derler...;)
Esen kalın :))))
22 Kasım 2013 Cuma
İnsan-ı Beşer Her Sınavdan Çakar
Adem oğlu…
Meleklerin aşağıladığı, saf niyetlerden uzak, Ukala yaratık.
Yeryüzüne bozgunculuk yaratmak üzere gönderilmiş. Ruhundan
üfleyip; Hocanın ” yakinimdir” diye kanaat notuyla sınıf geçirdiği haylaz. “Haydi
bakalım bir daha ki sınava kadar beni mahcup etme! Bu sefer sıkı çalış! İşte
sorular da bu kitaplardan çıkacak.” dediği, sırtı sıvazlanan çocuk.
Yeryüzünü odası gibi dağıtan, kendisine verilmiş tüm
oyuncakları kıran, tüm imkanları sonuna kadar tüketme eğiliminde olan, verilmezse
ağlayıp zırlayan ve bir şekilde dikkatleri üzerine toplayan şımarık çocuk.
Doğanın kanunlarına karşı; her seferinde, 1’im yoksa
oynamıyorum diyebilen, Oyun bozanı.
"Aslında aklı zehir gibi çalışıyor; kafasını çalıştırmak
işine gelmiyor" kategorisinden bir tık ilerleyememiş boş başak.
Aramızda Erdemden uçanlarda vardır elbet. Ancak Ortak akla
bakınca ve dünyadaki ahvali görünce İnsanın ruhunun geçen yüzyıllar itibariyle
nasıl obezleştiğini, Paranın kandan, Kanın candan nasıl da acımasızca
çekildiğini görünce; Şeytanın sınavında bizden daha başarılı ve Tanrıya olan
inancının da daha kuvvetli olduğunu düşünüyorum.
Sanırım bir yanlışlık var. O başarı bize ait olmalıydı.
Beşer aklım; şaşar Tanrım.
Bu yatırım niye?
Bizi niye yarattın?
19 Kasım 2013 Salı
AŞKLAR,ÖLÜMLER, ÖLÜMLÜ AŞKLAR...
'Kaç aşktan oluşmuş bir şeydi Aşk '
Murathan Mungan' ın Şiirinden aklıma düşen bu cümleye hep kafa yormuşumdur.
İnsan her aşk hikayesinde ruhunun bir başka tarafını sınar sanki.Bir ilişkide çok sabır göstermek, bir diğerinde fedakar olmak, gibi gibi...
Belkide bizi biz yapan şey toplamda beşeri ilişkilerimiz olduğundandır.( Keskin bir konu olduğundan aşkı ele alıyorum.)
İnsan olarak aslında etkileştikce başkalaşır; başkalaştıkca yabancılaşırız.Konu aşk olduğunda ise işin bu kısmı bilim insanları tarafından hastalık olduğu düşünülen davranış biçimlerinde keskinlik kazanır.
Kendimize, bir başkasıyla etkileşmekten okadar yabancılaşmışızdır ki; sürprizlerle dolu yeni kimliğimizin tek sebebinin karşı taraf olduğunu düşünürüz.Oysa etkileşmek işteş bir fiildir.
Aşık olan insanların ağızından sıklıkla bu sebepten "O çok başka, Onun yanında kendimi bir başka hissediyorum" ya da "Sen bana ne yaptın böyle..." gibi - hafif cilve içerir -cümleler duyduğumuzu düşünürüm. Nihayet içimizde kimliği belirlenememiş hissiyatları kişiyle özdeşleştirerek barkodlarız.
Bir süre sonra fazla teşvik-i mesai den kişi kafamızda normalleşir.Aynı duyguları kesintisiz hissetmek bunu bir lüks olmaktan bağımlılığa dönüştürür.Tıpkı sıgaradan nefret edenlerin içmeden edememesi gibi.Zaman zaman nefret etmemize rağmen çakılı kalırız.
Ve Aşkın beyin ölümü gerçekleşir. Çözebildiğimizde, hislerimizi gerçek nedenleriyle algılayabildiğimizde; şifre çözülür,büyü bozulur.
Artık her şey rutine oturur.Tıpkı geminin karaya oturduğu gibi. Yüzmezse gemi olmuş olur mu?
İşte burada insan-ı neviye göre davranış biçimleri gelişir.Bazıları artık emniyetli bir ilişki olduğu için evlenerek aşkı öldürür.Bazıları da gemisini alıp başka denizlere yüzdürür.Gemiyi külliyen terk edenlerde olabilir ki; bu da aşkı öldürür.
İşte tam da bu yüzden kaç Aşktan oluşmuş bir şeydi Aşk.
Tıpkı hayat gibi. Ellerimizde olgunlaşan hayatlarımız, bir gün bizden alınacak.İnsanın ilk önce hayata aşık olduğu geliyor akla.Bunu bilerek ve her gün unutarak bizim için Sürprizleri, adrenalini, acısı, çilesi bitmeyen hayatı, çok mecbur kalmadıkça terketmiyorsak ona olan katışıksız aşkımızdandır kanımca.
Belki de çocukluğumuz bu sebepten korunası ve kutsaldır.Aşkın ilk evresi olduğundan keşfedilecek ve heyecan veren çok şey olduğundan.
Hayat öğrendiklerimizle rutine oturduğunda pek de seçenek yoktur.
Ölümü unutarak yaşamaktan daha sinir bozucu olansa, günün rutininde kaçırdıklarımızdır aslında.Ve her hatırladığımızda aynı mıymıntılıkla hayıflanırız.Evet ya...Hayatı kaçırıyoruz!...
Aşk gibi Hayat da başkalaşıp dönüştüğümüz, dönüşüp yabancılaştığımız idrak edip tatbik ettiğimiz süreçtir sonunda.
Kayda değer her bilgiyi ve deneyimi algılayıp barkodluyoruz.
Ve sanırım hayata dair herşeyi anladığımızda ölüyoruz...
Salağa mı yatsak?
Belki hep aşık; hep hayatta kalırız...
Sevgiler...
Murathan Mungan' ın Şiirinden aklıma düşen bu cümleye hep kafa yormuşumdur.
İnsan her aşk hikayesinde ruhunun bir başka tarafını sınar sanki.Bir ilişkide çok sabır göstermek, bir diğerinde fedakar olmak, gibi gibi...
Belkide bizi biz yapan şey toplamda beşeri ilişkilerimiz olduğundandır.( Keskin bir konu olduğundan aşkı ele alıyorum.)
İnsan olarak aslında etkileştikce başkalaşır; başkalaştıkca yabancılaşırız.Konu aşk olduğunda ise işin bu kısmı bilim insanları tarafından hastalık olduğu düşünülen davranış biçimlerinde keskinlik kazanır.
Kendimize, bir başkasıyla etkileşmekten okadar yabancılaşmışızdır ki; sürprizlerle dolu yeni kimliğimizin tek sebebinin karşı taraf olduğunu düşünürüz.Oysa etkileşmek işteş bir fiildir.
Aşık olan insanların ağızından sıklıkla bu sebepten "O çok başka, Onun yanında kendimi bir başka hissediyorum" ya da "Sen bana ne yaptın böyle..." gibi - hafif cilve içerir -cümleler duyduğumuzu düşünürüm. Nihayet içimizde kimliği belirlenememiş hissiyatları kişiyle özdeşleştirerek barkodlarız.
Bir süre sonra fazla teşvik-i mesai den kişi kafamızda normalleşir.Aynı duyguları kesintisiz hissetmek bunu bir lüks olmaktan bağımlılığa dönüştürür.Tıpkı sıgaradan nefret edenlerin içmeden edememesi gibi.Zaman zaman nefret etmemize rağmen çakılı kalırız.
Ve Aşkın beyin ölümü gerçekleşir. Çözebildiğimizde, hislerimizi gerçek nedenleriyle algılayabildiğimizde; şifre çözülür,büyü bozulur.
Artık her şey rutine oturur.Tıpkı geminin karaya oturduğu gibi. Yüzmezse gemi olmuş olur mu?
İşte burada insan-ı neviye göre davranış biçimleri gelişir.Bazıları artık emniyetli bir ilişki olduğu için evlenerek aşkı öldürür.Bazıları da gemisini alıp başka denizlere yüzdürür.Gemiyi külliyen terk edenlerde olabilir ki; bu da aşkı öldürür.
İşte tam da bu yüzden kaç Aşktan oluşmuş bir şeydi Aşk.
Tıpkı hayat gibi. Ellerimizde olgunlaşan hayatlarımız, bir gün bizden alınacak.İnsanın ilk önce hayata aşık olduğu geliyor akla.Bunu bilerek ve her gün unutarak bizim için Sürprizleri, adrenalini, acısı, çilesi bitmeyen hayatı, çok mecbur kalmadıkça terketmiyorsak ona olan katışıksız aşkımızdandır kanımca.
Belki de çocukluğumuz bu sebepten korunası ve kutsaldır.Aşkın ilk evresi olduğundan keşfedilecek ve heyecan veren çok şey olduğundan.
Hayat öğrendiklerimizle rutine oturduğunda pek de seçenek yoktur.
Ölümü unutarak yaşamaktan daha sinir bozucu olansa, günün rutininde kaçırdıklarımızdır aslında.Ve her hatırladığımızda aynı mıymıntılıkla hayıflanırız.Evet ya...Hayatı kaçırıyoruz!...
Aşk gibi Hayat da başkalaşıp dönüştüğümüz, dönüşüp yabancılaştığımız idrak edip tatbik ettiğimiz süreçtir sonunda.
Kayda değer her bilgiyi ve deneyimi algılayıp barkodluyoruz.
Ve sanırım hayata dair herşeyi anladığımızda ölüyoruz...
Salağa mı yatsak?
Belki hep aşık; hep hayatta kalırız...
Sevgiler...
18 Kasım 2013 Pazartesi
YAŞLANMAK ÜZERİNE...
Çoğu kez dile gelen özellikle kadınlar arasında yaşlanmak değil; yaş almak deyimidir.
İnsan hayatının hangi dem'inde yaşlandığını hisseder ve bundan huzursuz olur?
Hepimizin bildiği ve sonuna kadar inkar etmeye meyilli olduğu bir konu var ki;
Hepimiz hızla buruşuyoruz!...
Yer çekimi 20' li yaşlarda ayaklarımız yere sağlam basarken muhteşemdir.İlerleyen yıllarda birden düşmanı oluveririz.O kadar ki bir gün "Dolaşımı hızlandırdığından her gün en az 15 dakika amuda kalkarak dolaşmak cildi gençleştirir, sarkmaları önler" gibi bir taş atsa biri kuyuya, kırk akıllı kadının amuda kalkıp yürüdüğünü, bazılarınında bunu yaparken 5 ceviz 5 badem 5 kuru kayısı yediğini görebilirsiniz.(Gerçi ben yukarıdaki savın gerçek olabileceği kanısındayım.Sonuç olarak her şey beyinde başlar; Amuda kalkarsak beyne kan gider derlerdi eskiler kim bilir belki bir bağlantısı vardır.Yine de kimse denemesin; Bu iş için İsveç' de kadınları güzelleştirmek için canını dişine takmış bilim insanları var.)
Annem kaz ayaklarından şikayet ederken kazlarla ilgili çirkin espriler yaptığım için pişmanım.
(Kendi Karmamda bunu halletmeliydim. Reenkarne olup; dünyaya kaz olarak gelmek var.Kazların tüylerinin canlı canlı yolunup yastık yapıldığını düşününce...Tanrım sürekli kınayışlı, kinayeli sosyal mesajlar veriyorum ne güzel :))
Tüm bunlar bir yana yaşlanma korkusu insana 30' lu yaşlarda geliyor.Kanımca da yaşınız ve yaşamayı planladıklarınız arasındaki olumsuz birim değere de yaşlanma psikozu deniyor.İşte tamda burada yıllarca dalga geçtiğiniz çilli Polianna' ya gerçekten ihtiyacınız var.
Sizi, yalnız O ve Dünyayı sevgiyle sarıp sarmalayan felsefesi kurtarabilir.
Asla 20'li yaşlara dönülemez ama; Aynaya bakıp;" Çıtır değilim ama çok pis tecrübeliyim "," Artık kimse bana madik atamaz ", hatta; "İyi ki kısa boyluyum; bodur tavuk her dem piliç kardeşim..." gibi söylemlerle ruhunuzu hafifletebilirsiniz.
Sonuç olarak bende;
"Şarap gibiyim yahu!... Yaşlanmıyorum, sadece yaş alıyorum."
Sevgiler...
İnsan hayatının hangi dem'inde yaşlandığını hisseder ve bundan huzursuz olur?
Hepimizin bildiği ve sonuna kadar inkar etmeye meyilli olduğu bir konu var ki;
Hepimiz hızla buruşuyoruz!...
Yer çekimi 20' li yaşlarda ayaklarımız yere sağlam basarken muhteşemdir.İlerleyen yıllarda birden düşmanı oluveririz.O kadar ki bir gün "Dolaşımı hızlandırdığından her gün en az 15 dakika amuda kalkarak dolaşmak cildi gençleştirir, sarkmaları önler" gibi bir taş atsa biri kuyuya, kırk akıllı kadının amuda kalkıp yürüdüğünü, bazılarınında bunu yaparken 5 ceviz 5 badem 5 kuru kayısı yediğini görebilirsiniz.(Gerçi ben yukarıdaki savın gerçek olabileceği kanısındayım.Sonuç olarak her şey beyinde başlar; Amuda kalkarsak beyne kan gider derlerdi eskiler kim bilir belki bir bağlantısı vardır.Yine de kimse denemesin; Bu iş için İsveç' de kadınları güzelleştirmek için canını dişine takmış bilim insanları var.)
Annem kaz ayaklarından şikayet ederken kazlarla ilgili çirkin espriler yaptığım için pişmanım.
(Kendi Karmamda bunu halletmeliydim. Reenkarne olup; dünyaya kaz olarak gelmek var.Kazların tüylerinin canlı canlı yolunup yastık yapıldığını düşününce...Tanrım sürekli kınayışlı, kinayeli sosyal mesajlar veriyorum ne güzel :))
Tüm bunlar bir yana yaşlanma korkusu insana 30' lu yaşlarda geliyor.Kanımca da yaşınız ve yaşamayı planladıklarınız arasındaki olumsuz birim değere de yaşlanma psikozu deniyor.İşte tamda burada yıllarca dalga geçtiğiniz çilli Polianna' ya gerçekten ihtiyacınız var.
Sizi, yalnız O ve Dünyayı sevgiyle sarıp sarmalayan felsefesi kurtarabilir.
Asla 20'li yaşlara dönülemez ama; Aynaya bakıp;" Çıtır değilim ama çok pis tecrübeliyim "," Artık kimse bana madik atamaz ", hatta; "İyi ki kısa boyluyum; bodur tavuk her dem piliç kardeşim..." gibi söylemlerle ruhunuzu hafifletebilirsiniz.
Sonuç olarak bende;
"Şarap gibiyim yahu!... Yaşlanmıyorum, sadece yaş alıyorum."
Sevgiler...
17 Kasım 2013 Pazar
Pazartesi Sendromu
Merhaba;
Ben buralarda yeniyim.Yarın En sevdiğimiz gün olduğundan; blogumun açılışını yapmak istediğim konudur.
Şimdiii....
Pazartesi sendromunun kökenlerine değinmek isterim.Sanai devrimiyle birlikte... :D şaka şaka...
Aşağıda linki verdiğim videoyu güzelce dinleyin.Ve lütfen panik duygusundan bir an uzaklaşıp yastığa başınızı yavaşca koyun.Çünkü yarın;
PAZARTESİ...
Sevgiler....
http://www.youtube.com/watch?v=xq_D2lKjCJ0
Ben buralarda yeniyim.Yarın En sevdiğimiz gün olduğundan; blogumun açılışını yapmak istediğim konudur.
Şimdiii....
Pazartesi sendromunun kökenlerine değinmek isterim.Sanai devrimiyle birlikte... :D şaka şaka...
Aşağıda linki verdiğim videoyu güzelce dinleyin.Ve lütfen panik duygusundan bir an uzaklaşıp yastığa başınızı yavaşca koyun.Çünkü yarın;
PAZARTESİ...
Sevgiler....
http://www.youtube.com/watch?v=xq_D2lKjCJ0
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)