Translate

23 Aralık 2013 Pazartesi

Kabak Tadında ve Yatağında Hırsızlar; Kandırıkçı ve Yalancı eşliğinde İnsancık soslu Dünya…

Kışla bastıran soğuklar ardından, fena halde bastıran, hatta basan ve hatta Karabasan Yolsuzluk operasyonları adeta kalemimi dondurdu. Hiçbir şey yazmak istemedim.
Bazen ne bu Ülkeye ne de bu Dünya’ya, işleyen bu kirli çarka ait hissetmiyorum. Eminim benim gibi hisseden çok fazla insanımız vardır.

Naçizane fikrim: Şu Koyun kompozisyonundan bir sıyrılalım artık. Şu memleketim insanları bir kerecik olsun Aziz Nesini yalancı çıkarsınlar. Okusunlar, araştırsınlar, vakti ve hevesi olanlar bizzat dahil olsunlar politikaya ve de taşın altına ellerini koysunlar. Oy vermenin ne denli önemli olduğunu artık bir anlasınlar lütfen. Yoksa Bu ülke başta yeraltı yer üstü eşsiz kaynaklarını sonra (bana göre önemli bir paradokstur; iyi yetişmiş bir insan en değerli pırlantadan daha değerlidir) beşeri kaynaklarını kaybedecek.
Bakınız ben de uzun bir zamandır. Nerede daha mutlu, umutlu, insana yaraşır bir şekilde yaşanır araştırmaları içindeyim. Dört mevsimin yaşandığı harika bir Ülkemiz var fakat gezemiyoruz. Bırakınız gezmeyi karnımız, gözümüz, gönlümüz hep aç. O kadar eksiğimiz var ki Felsefemiz yok mesela,  Ahlakımız Allaha kalmış. (Ondan da korkmayanlar var Dehşet içinde izliyoruz)
Bunu da ayrıca çarpık bulurum; Korktuğumuz için yapıyoruz yapmamamız gerektiği için değil. Korktuğumuz için Namazlara duruyor kendi Mükemmelliğimize Allah üzerinden tapıyoruz.
İnançlarımız bizi özgürleştirmiyor. Bizi huzurlu ve dingin insanlar yapmıyor.

Çok hastalıklı bir nesiliz yahu. Biri bizim çerezlerimizi temizlese...

İnsan kullanmanın maharet sayıldığı çağda yaşamanın acısını çekiyoruz. Birileri birilerinin sırtını kaşıyor. 
Hep her şey menfaat olmuş. En küçük sosyal gruplardan Devletlerin zirvesine kadar Çanak yalayıcılık, hampacılık, her modelde ve türde dolandırıcılıktan, yalandan sıtkımız sıyrıldı.
İş yerleri, Patronlar, kraldan çok kralcı patroncuklar, kabak tadında sohbetler, muhabbetler…

Kabak tadında ve yatağında hırsızlar; Kandırıkçı ve yalancı eşliğinde İnsancık soslu Dünya…
Yemek tarifi gibi.
Yıllardır hazmedemediğimiz ve sistemimizi her geçen gün bozan…

Bu arada en yaşanılası Ülkeler sırasıyla Kanada İsveç ve İsviçreymiş.
Ülkeler Coğrafyamdan kalan bilgilerle şunu söyleyebilirim. Kanada’nın nihayeti donduran karı ve geyikleri, İsveç’in Neutrogene kullanan balıkçıları, İsviçre’nin de bilim adamları meşhurdu.

Ruhunuz aydın, Kişiliğiniz bilge, Ahlakınız temiz olsun…

İnsan kalın…

Not: http://www.siirevim.com/siir/siir-1135 konuya çok da uygun bir şiirdir. Tavsiye ederim.













9 Aralık 2013 Pazartesi

İYİ YILLAR...

Mutlu olmak için nelere ihtiyacımız var?
Şu soğuk günlerde...
Sıcak bir kahve, bir battaniye, bir kitap....(hımm olabilir neden olmasın?)
Biraz alışveriş...
Belki biraz Sosyalleşme...
Mutlu olmak için yılın bu zamanlarında tam da ihtiyacımız olan bence MUHASEBEDİR.
Kaybettiklerimiz, kazandıklarımız...
Maalesef bir yıl daha yaşlanıyoruz.Peki bu yılımızdan neler öğrendik?
Ömür Heybesine yola devam etmek için neler konabilir ?

Bu yıl gelin, daha politik olalım. En büyük acılarımızı ve umutlarımızı Gezi de yaşadık.
Geziyle 20 yıllık uykudan aydık.Geziyle ağladık, acıdık, hem de çok acıdık...
Kuş beyinli ve Gençlerini hiçe sayan Politikacıların devrini Geziyle kapattık yerlerine yenileri koymanın zamanıdır. (Laf aramızda Gezi zamanı en büyük umudum bu kadar kötü olay ve acı kayıpların ardından İçinden güzel bir oluşumun çıkmasıydı.Umarım geç kalmamışızdır.)

Şahsi hayatımızda Sevdiklerini toprağa gömenler, kalbine gömenler, kendi karmasına salı verenler olmuş olabilir.Onlar için de Güzel yaslar, göz yaşları olmalı.Her gidenin ardından hayatın bize tanıdığı süreçte yas tutmalı ve yolumuza Onlardan öğrendiklerimizle devam etmeliyiz.

Kendi içimize dönüp hesaplaşmalıyız sonra;
Bunu neden yaptın diyebilmeli, hatalıysak kendimizi affetmeli, özür dilememiz gereken kişilerden özür dilemeli,
telafisi olmayan kırgınlıklarımızın Öznelerini kendi hayatlarına bırakmalıyız sonunda.Suya düşen kuru bir yaprak gibi.

Dayatma ilişkilerden, yapay hayatlardan sıtkımızdan önce sıyırmalıyız paçayı. En çok samimiyete ihtiyacı var bu hormonlu hayatlarımızın.

Başarılarımızı en çok kendimiz alkışlamalı, başarısızlıklarımızda da  en çok  kendi kendimizin sırtını sıvazlamalıyız.

İyice bir düşünün üzerine,
Bu yıl kendinizde geliştiğini fark ettiğiniz hangi güzel özelliğiniz oldu.Bunun için tebrik edin kendinizi ve ödüllendirin.

İçindeki çocuğa Kürk giydirmeyi başaramamış kokoş kadınlara sesleniyorum, Bırakın çocuk oynasın...
Ve içindeki çocuğu Askere gönderip adam etmeye çalışan Muşmula suratlı Erkekler bırakın o da oynasın...

Bol bol Vicdan çalışması yapın mesela... Bu yıl gelişmediyse önümüzdeki yıl için egzersiz olur.

Kendinizi bu soğukta aç kalmış bi sokak köpeğinin yada bir kedinin yerine koyun.İlk yemeğinizi 6 ila 12 saat içinde bulamazsanız kemikleriniz sızlayarak öleceğinizi düşünün.

Bir Evsizi düşünün ya da Defalarca üstüne işemiş Keskin bir yalnızlığı, Kursak kokan açlığı düşünün.

Bütün bunları düşündükten sonra Vicdanınız harekete geçecektir.
Bir kediyi beslemenin, bir köpeğin başını okşamanın, Bir evsize dolabınızdan en güzel 2 kıyafeti vermenin (Cebine birazda para koyarsanız süper olur) sizi nasılda güzelleştirdiği duygusunu yaşarken; Seneye egzersiz olur diye başladığınız Vicdan çalışmasından ilk puanlarınızı bu seneden toplarsınız.

Bu yazıyı okuduktan sonra; Politika ile ilgili bir kitap alıp Kahve ve battaniye eşliğinde sıcacık okuyabilir;
Dolabınızdan Seçip verdiğiniz İki kıyafeti yerine koymak için alışverişe gidebilir; Alışverişten sonra bir iki arkadaşınız ile iki lafın belini kırabilirsiniz.

Bunu yaparsanız Mutlu olursunuz.
Hatta arkadaşlarınız: "Hayırdır sende bi güzellik var ne iş?" diyebilir.

Paylaşmaktan çekinmeyin iyilik bulaşıcıdır. Mutlulukta....

Şimdiden İYİ seneler....









1 Aralık 2013 Pazar

FLÜT ÇALAN GECE(LER)

Duyguları o kadar yoğuşmuştu ki gözyaşı kirpiğinin ucundaydı. Hareketleri o kadar biçimsizdi ki _tıpkı hayatı gibi _hareketsiz şarkılarda bile, bir geceliğine ait olduğu adamın dibinde saçlarını savurup dans ederek dikkat çekmeye çalışıyordu. Kendisine sorulduğunda kendi canını acıtırcasına, kendini kanatırcasına, 
BİZ OROSPUYUZ diyebilmişti.
Arkadaşlarımla Doğum günü münasebetiyle eğlenmeye gittiğimiz o gece, ara ara hep gözüm o hayatlara takıldı. Sanki biri ruhuma hayata dair, bir iğne ile bir not bırakmıştı. Ben hareket ettikçe batıyordu iğne…
O’ nun da yalnız bir hayatı var...

Hatalarımızla kendimizi sevmekten bahsederiz. Düşünüyorum da hayat hakkında böyle stretejik bir hata yapmış olsaydık; yine de kendimizi sevebilir miydik?

O kadar acı bakıyordu ki; acıdan gözleriniz yanar. İçindeki çocuk bavulunu toplayıp gideli çok olmuş. Sorsanız kendi dilinde anlatırdı, bir hayat nasıl heba edilir.
Aynadaki aksi dile gelip konuşsa kim bilir ne hakaretler işitirdi kendinden. Sanki kendine o kadar büyük haksızlıklar yapmış ki; Vücut dili Tanrım beni baştan yarat diyordu.
İçinde yüzüne kezzap atılmış Bergenler doluydu…
Bir bizim masaya bakıyordum. Bir de o masaya…
Sonra aklıma Erdinç Özdemir’ in şu şiiri geldi.


O gecenin sorusu buydu: Kaç gece yas ilan edip flüt çalmalı ki Biz OROSPUYUZ diyebilsin kadın.
Üstelik yaşanacak tek bir hayat varken.


Sevgiler…

29 Kasım 2013 Cuma

EGOLARA MASALLAR...

Adam: Bazen yalnız hissediyorum diyerek baktı.
Kadın: Bazen yalnız hissetmeyi istiyorum diyerek baktı.
Adam: Sana her zaman ihtiyacım var diyerek baktı.
Kadın: Bana her zaman ihtiyacın olduğunu bu kadar hissetmeye ihtiyacım yok.Benim ihtiyacım bunu ustalık     içinde hissetdirmemen diyerek baktı.
Adam: Güçsüzlük insana özgüdür, bir cinsiyeti de yoktur diyerek baktı.
Kadın: Güçsüz hissetsen de çaktırma.Gizle. Seni öyle görmeyi istemiyorum diyerek baktı.
Adam: Ağlamak istiyorum diyerek baktı.
Kadın: Ağlarsan gülerim diyerek baktı.
Adam: Şu rollerden bir sıyrılsaydık da, ben seni bazen ağlayarak güldürseydim diye baktı.
Kadın: O kadar Egosuz olabilir miydin? diye sorgularca baktı.
Adam: Cinsime fazla Tanrısal anlamlar yüklenmemiş mi sence de diyerek baktı.
Kadın: Kadınlar önce Erkekleri tanrısallaştırıp sonra Onların cezalarına neden katlandıklarını düşünürken,
Adam: O etek fazla kısa değil mi? diyerek baktı.
Kadın: Kızma aşkım bir daha giymem diyerek baktı.

Hiç dile gelmedikleri için; Anlaşmayarak ayrılmadılar ve  sonsuza dek mutsuz oldular....

Bize biçilmiş rolleri masallarda öğrenip,Rol model Teyzelerden ,Amcalardan beslenip, dizilerle renklendirip, süsleyip, çeşitlendirip; masalsı karakterler üretiyoruz.
Ürettiğimiz masalsı karakterler Hayatın gerçekliğinde Asprin gibi erirken, Yenilerini kopyaladığımız yapay karakterlerimizin arkasına saklanıp acı çekiyoruz.

Sizce de İnsan kendine acınası derecede acımasız davranmıyor mu?
Geleneksel doktrinlere hizmet eden bu çaba ve enerji gerçek kişiliklerimizi aydınlatsaydı;
İnsanlar Egosuz, Kadınlar Şiddetsiz, Ruhlar Özgür, Yaratıcılık Sınırsız, Duygular gerçek, Huzur galip olurdu...

Sevgiler...



25 Kasım 2013 Pazartesi

Kadınlarımız, Soframızdaki yeri Öküzümüzden sonra gelen...

Nazım Hikmet,
 “Kadınlarımız… Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen.” demişti.

Hala kadınlarımızın değersiz oluşu bir tesadüf müdür?
Hala dayak yedikleri, öldürüldükleri, aile içi şiddet öykülerinde sahipsiz , yalnız bırakıldıkları.
İş yerlerinde tacizlere uğradıkları…
En güvende hissettikleri yerde, evlerinde bile tecavüze uğradıkları…

Biz nasıl bir toplumuz ki basit bir sokak kavgasında bile ilk iş karşımızdakinin Annesine, bacısına söveriz.
Kavgaya gerek bile olmaz bazen. Öylesine bir sohbetin içinde bile kadın cinsel organı erkeğin ağzında çürümüş bir sakız gibi dolanır. Sonra bu adamların en iyileri, en entelektüelleri sanat konuşur, edebiyat konuşur. En inançlıları ak kaşık gibi  namazlara durur.

Kişi kendinden bilir işi misal, Bu tipler otobüslerde başkalarının kızlarına, karılarına kabaran iştahlarını; evdeki kızlarını, kız kardeşlerini izole etmeye çalışarak baskılar. Şiddet tam da bu hastalıklı noktada başlar.

Türkiye standartlarında biraz hoş görünen bir kadın mutlaka "Aranıyordur",bir kadın dayak yiyorsa ya "Rahat durmamıştır", ya "Çenesini kapatmamıştır", ya da "Kaşınmıştır". 
Falan…falan…falan…

Şiddet!...
Kadını erkeği başvurulmaması gereken; fakat Ataerkil oluşumuzdan  mütevellit daha ziyade Erkeğin baş-vurduğu, yumruk attığı, sigara söndürdüğü, yerlerde sürüklediği yöntem.

Son zamanlarda Türkiye’de Eğitimin ayrıştırılması tartışmaları var. Bence de öyle olmalı.
Bu potansiyele sahip erkeklere felsefik olarak, var oluş biçimleri en baştan anlatılmalı. Şeref, haysiyet, Namus gibi kavramların içi, aklı selim olarak doldurulmalı.

Ataerkil yapıya da sahip olduğumuz için; bu perspektiften çok da şeref sahibi bir toplum olduğumuzu düşünmüyorum.

Daha da söylencek çok şey var aslında da…
Erkeklerin okur yazarlığı da az. Burada kendimiz söyler kendimiz ağlarız.
İyisimi dağılalım.

Ha... bu arada Nazım Hikmet' in meşhur dizesinde bahsi geçen Öküz kavramsal olarak 
yukarıda değindiğimiz Erkek formu ve zihniyeti olabilir mi ? Yani ne biliyim Teşbihde hata olmaz derler...;)

Esen kalın :))))







22 Kasım 2013 Cuma

İnsan-ı Beşer Her Sınavdan Çakar

Adem oğlu…
Meleklerin aşağıladığı, saf niyetlerden uzak, Ukala yaratık.

Yeryüzüne bozgunculuk yaratmak üzere gönderilmiş. Ruhundan üfleyip; Hocanın ” yakinimdir” diye kanaat notuyla sınıf geçirdiği haylaz. “Haydi bakalım bir daha ki sınava kadar beni mahcup etme! Bu sefer sıkı çalış! İşte sorular da bu kitaplardan çıkacak.” dediği, sırtı sıvazlanan çocuk.

Yeryüzünü odası gibi dağıtan, kendisine verilmiş tüm oyuncakları kıran, tüm imkanları sonuna kadar tüketme eğiliminde olan, verilmezse ağlayıp zırlayan ve bir şekilde dikkatleri üzerine toplayan şımarık çocuk.
Doğanın kanunlarına karşı; her seferinde, 1’im yoksa oynamıyorum diyebilen, Oyun bozanı.
"Aslında aklı zehir gibi çalışıyor; kafasını çalıştırmak işine gelmiyor" kategorisinden bir tık ilerleyememiş boş başak.

Aramızda Erdemden uçanlarda vardır elbet. Ancak Ortak akla bakınca ve dünyadaki ahvali görünce İnsanın ruhunun geçen yüzyıllar itibariyle nasıl obezleştiğini, Paranın kandan, Kanın candan nasıl da acımasızca çekildiğini görünce; Şeytanın sınavında bizden daha başarılı ve Tanrıya olan inancının da daha kuvvetli olduğunu düşünüyorum.
Sanırım bir yanlışlık var. O başarı bize ait olmalıydı.

Beşer aklım; şaşar Tanrım.
Bu yatırım niye?
Bizi niye yarattın?




19 Kasım 2013 Salı

AŞKLAR,ÖLÜMLER, ÖLÜMLÜ AŞKLAR...

'Kaç aşktan oluşmuş bir şeydi Aşk '
Murathan Mungan' ın Şiirinden aklıma düşen bu cümleye hep kafa yormuşumdur.
İnsan her aşk hikayesinde ruhunun bir başka tarafını sınar sanki.Bir ilişkide çok sabır göstermek, bir diğerinde fedakar olmak, gibi gibi...
Belkide bizi biz yapan şey toplamda beşeri ilişkilerimiz olduğundandır.( Keskin bir konu olduğundan aşkı ele alıyorum.)
İnsan olarak aslında etkileştikce başkalaşır; başkalaştıkca yabancılaşırız.Konu aşk olduğunda ise işin bu kısmı bilim insanları tarafından hastalık olduğu düşünülen davranış biçimlerinde keskinlik kazanır.
Kendimize, bir başkasıyla etkileşmekten okadar yabancılaşmışızdır ki; sürprizlerle dolu yeni kimliğimizin tek sebebinin karşı taraf olduğunu düşünürüz.Oysa etkileşmek işteş bir fiildir.
Aşık olan insanların ağızından sıklıkla bu sebepten "O çok başka, Onun yanında kendimi bir başka hissediyorum" ya da "Sen bana ne yaptın böyle..." gibi - hafif cilve içerir -cümleler duyduğumuzu düşünürüm. Nihayet içimizde kimliği belirlenememiş hissiyatları kişiyle özdeşleştirerek barkodlarız.
Bir süre sonra fazla teşvik-i mesai den kişi kafamızda normalleşir.Aynı duyguları kesintisiz hissetmek bunu bir lüks olmaktan bağımlılığa dönüştürür.Tıpkı sıgaradan nefret edenlerin içmeden edememesi gibi.Zaman zaman nefret etmemize rağmen çakılı kalırız.
Ve Aşkın beyin ölümü gerçekleşir. Çözebildiğimizde, hislerimizi gerçek nedenleriyle algılayabildiğimizde; şifre çözülür,büyü bozulur.

Artık her şey rutine oturur.Tıpkı geminin karaya oturduğu gibi. Yüzmezse gemi olmuş olur mu?
İşte burada insan-ı neviye göre davranış biçimleri gelişir.Bazıları artık emniyetli bir ilişki olduğu için evlenerek aşkı öldürür.Bazıları da gemisini alıp başka denizlere yüzdürür.Gemiyi külliyen terk edenlerde olabilir ki; bu da aşkı öldürür.
İşte tam da bu yüzden kaç Aşktan oluşmuş bir şeydi Aşk.

Tıpkı hayat gibi. Ellerimizde olgunlaşan hayatlarımız, bir gün bizden alınacak.İnsanın ilk önce hayata aşık olduğu geliyor akla.Bunu bilerek ve her gün unutarak bizim için Sürprizleri, adrenalini, acısı, çilesi bitmeyen hayatı, çok mecbur kalmadıkça terketmiyorsak ona olan katışıksız aşkımızdandır kanımca.

Belki de çocukluğumuz bu sebepten korunası ve kutsaldır.Aşkın ilk evresi olduğundan keşfedilecek ve heyecan veren  çok şey olduğundan.

Hayat öğrendiklerimizle rutine oturduğunda pek de seçenek yoktur.

Ölümü unutarak yaşamaktan daha sinir bozucu olansa, günün rutininde kaçırdıklarımızdır aslında.Ve her hatırladığımızda aynı mıymıntılıkla hayıflanırız.Evet ya...Hayatı kaçırıyoruz!...

Aşk gibi Hayat da başkalaşıp dönüştüğümüz, dönüşüp yabancılaştığımız idrak edip tatbik ettiğimiz süreçtir sonunda.
Kayda değer her bilgiyi ve deneyimi algılayıp barkodluyoruz.

Ve sanırım hayata dair herşeyi anladığımızda ölüyoruz...
Salağa mı yatsak?
Belki hep aşık; hep hayatta kalırız...

Sevgiler...


18 Kasım 2013 Pazartesi

YAŞLANMAK ÜZERİNE...

Çoğu kez dile gelen özellikle kadınlar arasında yaşlanmak değil; yaş almak deyimidir.

İnsan hayatının hangi dem'inde yaşlandığını hisseder ve bundan huzursuz olur?

Hepimizin bildiği ve sonuna kadar inkar etmeye meyilli olduğu bir konu var ki;
Hepimiz hızla buruşuyoruz!...

Yer çekimi 20' li yaşlarda ayaklarımız yere sağlam basarken muhteşemdir.İlerleyen yıllarda birden düşmanı oluveririz.O kadar ki bir gün "Dolaşımı hızlandırdığından her gün en az 15 dakika amuda kalkarak dolaşmak cildi gençleştirir, sarkmaları önler" gibi bir taş atsa biri kuyuya, kırk akıllı kadının amuda kalkıp yürüdüğünü, bazılarınında bunu yaparken 5 ceviz 5 badem 5 kuru kayısı yediğini görebilirsiniz.(Gerçi ben yukarıdaki savın gerçek olabileceği kanısındayım.Sonuç olarak her şey beyinde başlar; Amuda kalkarsak beyne kan gider derlerdi eskiler kim bilir belki bir bağlantısı vardır.Yine de kimse denemesin; Bu iş için İsveç' de kadınları güzelleştirmek için canını dişine takmış bilim insanları var.)

Annem kaz ayaklarından şikayet ederken kazlarla ilgili çirkin espriler yaptığım için pişmanım.
(Kendi Karmamda bunu halletmeliydim. Reenkarne olup; dünyaya kaz olarak gelmek var.Kazların tüylerinin canlı canlı yolunup yastık yapıldığını düşününce...Tanrım sürekli kınayışlı, kinayeli sosyal mesajlar veriyorum ne güzel :))

Tüm bunlar bir yana yaşlanma korkusu insana 30' lu yaşlarda geliyor.Kanımca da yaşınız ve yaşamayı planladıklarınız arasındaki olumsuz birim değere de yaşlanma psikozu deniyor.İşte tamda burada yıllarca dalga geçtiğiniz çilli Polianna' ya gerçekten ihtiyacınız var.

Sizi, yalnız O ve Dünyayı sevgiyle sarıp sarmalayan felsefesi kurtarabilir.

Asla 20'li yaşlara dönülemez ama; Aynaya bakıp;" Çıtır değilim ama çok pis tecrübeliyim "," Artık kimse bana madik atamaz ", hatta;  "İyi ki kısa boyluyum; bodur tavuk her dem piliç kardeşim..." gibi söylemlerle ruhunuzu hafifletebilirsiniz.

Sonuç olarak bende;
"Şarap gibiyim yahu!... Yaşlanmıyorum, sadece yaş alıyorum."

Sevgiler...



17 Kasım 2013 Pazar

Pazartesi Sendromu

Merhaba;
Ben buralarda yeniyim.Yarın En sevdiğimiz gün olduğundan; blogumun açılışını yapmak istediğim konudur.
Şimdiii....
Pazartesi sendromunun kökenlerine değinmek isterim.Sanai devrimiyle birlikte... :D şaka şaka...
Aşağıda linki verdiğim videoyu güzelce dinleyin.Ve lütfen panik duygusundan bir an uzaklaşıp yastığa başınızı yavaşca koyun.Çünkü yarın;


PAZARTESİ...

Sevgiler....

http://www.youtube.com/watch?v=xq_D2lKjCJ0